16 Mayıs 2014 Cuma

KONUŞMA BOZUKLUKLARINDA

BİLİŞSEL TERAPİ




Bilişsel Terapi (Cognitive Therapy), öncelikle depresyonu çözümlemek ve tedavi etmek amacıyla Aaron Temkin Beck tarafından 1960'lı yıllarda geliştirilen bir psikoterapi yöntemidir. 

Beck, insanın, dünyayı ve deneyimlerini anlamak için bilgiyi “kendi süzgecinden geçirerek” yorumladığını, geleceği daha öngörülebilir hale getirerek yaşamını kolaylaştırmaya çalıştığını, ancak, hepimizin ara sıra da olsa hatalar yapabildiğini, önce anlamak yerine hemen  sonuçlara ulaşmaya eğilimli olduğumuzu ileri sürdü. Böylece, insan bilgiyi hatalı yorumlayarak, önyargılı kalıplarla dolu sistematik bir yararsız düşünme biçimi geliştirmekte, negatif düşüncelerin ürettiği duygusal sorunların içinde boğulmaktadır.

Bilişsel kuram, bireyin duygularında bilişsel olanın (düşünceler, varsayımlar, temel inançlar) rolünü vurgular. Kaygı düzeyi, bireyin gerçekleşmesini beklediği olumsuz durumun yaklaştığına inanmasıyla artarken, bireyin o durumla başa çıkabileceğine inanmasıyla azalır. Düşünceler, duygular, fizyolojik ve davranışsal tepkiler birbirleriyle bağlantılıdır. Ayrıca, zor durumlarda, birey yanlışlıkla sorunlarının alevlenmesine ya da güçlenmesine yol açan bir kısır döngüyü de  oluşturabilmektedir. 

Örneğin, kekemelik sorunu olanlar düzgün konuşabilme konusundaki endişelerinin,  durum hakkındaki olumsuz düşünce ve öngörüleriyle bağlantılı olduğunu fark etmektedir. Bu kekemelikleriyle ilgili olabileceği gibi ("Gene takılacağım"), diğer insanların göstereceği tepki ("Bana gülecekler") ya da değerlendirmeleriyle de ("Bu hiçbir işi beceremez") ilgili olabilir. Gelecek zamana yönelik -cekler -caklarla beslenen emosyonel ve fiziksel gerginlikten uzaklaşmanın yolunu öğrenmek yerine, konuşmamayı yeğlemek, söyleyecek daha basit sözcükler bulmaya çalışmak gibi kısa vadeli çözümlere yönelmek ise hastaların durumlarını uzun vadede daha da kötüleştirmekte ve pekiştirmektedir. Negatif kendi kendine telkinin dinamiği ve akıcı konuşma sorununa yarar sağlamayan "kurnazlık" stratejileri giderek bir davranış kalıbı oluşturup anksiyeteyi düşürmek yerine yükseltmektedir. Derinde ve daha karmaşık bir düzeyde, yerleşiklik kazanan bu negatif varsayımlar ve inançlar bireyin dünyaya bakışını da çarpıtabilmektedir.

Bilişsel terapi'nin ilk adımı, kişinin düşünceleri, duyguları, fizyolojik tepkileri ve davranışsal yanıtları arasındaki bağlantıları inceleyerek, sözünü ettiğimiz kısır döngünün çözümlenmesini sağlamak ve yararlı başa çıkma yollarını görmesine yardımcı olmaktır. İkinci adımı, öngörülerini sınamalarını ve hangi ölçüde gerçekçi olduklarını ya da olmadıklarını görmelerini sağlamak üzere bazı "deney"leri yaşamaya teşvik edilmeleridir. Örneğin,  grup terapisi sırasında hep birlikte kekeleme oyunu oynamak bu gözlem ve yeniden yorumlama fırsatını sağlayabilmektedir.

Bilişsel terapist, danışanıyla işbirliği içinde, tamamen kişinin kendine özgü yeni bakış açıları kazanmasını, yeni yorumlama ve sonuçlara ulaşmasını sağlayacak sorular üreterek, kesinlikle öğreten rolüne girmeden çalışır. Beni destekleyen kanıt var mı, başka bir doğru olabilir mi, başka görüş açılarından bakıldığında görünen nedir, aşağıda sıralanan bazı düşünce tuzaklarına düşmeden nasıl ilerlerim sorularını örnek gösterebiliriz :   

Ya hep ya hiç tuzağı: Mükemmellik kavramı görecelidir. Herşeye keskin bir siyah beyaz ayrımıyla bakmak, aradaki tüm gri tonlarını kısacası yaşamın tüm fırsatlarını kaçırmamıza yol açacağı gibi, bizi adeta kıpırdayamaz ve hiçbir şey yapamaz duruma getirebilir. 
Zihin okuma tuzağı: Karşımızdaki kişilerin ne düşüneceklerini tahmin etmeye çabalamakla boşuna zaman geçirmek, genellikle de kötümser varsayımlar türetmek yerine, olumlu düşünmeleri için nasıl davranmamız gerektiğine kafa yormak daha akıllıca olabilir.  
Genelleme tuzağı: Tek bir olaya dayanarak kapsamlı sonuçlara varmak, değişik zaman, yer ve koşullarda karşılaşılacak durumlarda yanlışa yönlendirebilir.
Süzgeç tuzağı: Ya da diğer adıyla "bardağın yarısı boş" tuzağı. Eksileri büyültüp artıları küçültmek başka hastalıklara da zemin hazırlayabilir.
Post mortem tuzağı: Doğru yaptıklarımızı görmezden gelip, sürekli yaptığımız yanlışları ve üzücü sonuçlarını düşünerek yaşamak, depresyon kapısının eşiği olabilir.

Bilişsel terapinin gücü, yaşamda doğal olarak olumsuz durumların da yer aldığını kabulde yatar. Konuşma sorunları yaşayanlar kimi zaman çok ağır bir sosyal stigma ile başetmek zorunda kalmakta ve korkuları haklı çıkmaktadır. Bilişsel terapi, işler kötüye gittiğinde kişinin duruma uyum gösterebilme ve çözüm üretme gücünü arttırarak daha esnek düşünebilmesini, kaygılarının aklının önüne geçmemesini sağlamaya odaklanmaktadır. 

Henüz az sayıda olmakla birlikte, sosyal anksiyete ve kekemelik arasındaki bağlantılar üzerine yapılan araştırmalar, konuşma bozukluklarında bilişsel terapinin yararları konusunda cesaretlendirici veriler sunmaktadır.
Altını çizmek gerekir ki, bilişsel terapi, olumlu düşünmeyi ya da rasyonel olmayı öğretme yöntemi değil, bir tedavi yöntemidir. Bireyin düşünme biçiminin yaşamını nasıl etkilediğini anlamasına ve kendine özgü yeni bir düşünme sistematiği oluşturmasına destek olmakla, daha yeterli bir sorun çözme yeteneği kazanmasıyla, kendi kendine telkin mekanizmasını yararlı sonuçlar elde edecek biçimde kullanmasını sağlamakla ilgilenmektedir. Psikoloji'nin iletişim becerileri, desensitizasyon, konuşmada akıcılık sorunları gibi alanlardaki çalışmalarında da önemli katkı sağlamaktadır.

(Konuyla ilgili iki önemli makale :
-Menzies, G., O'Brien, S., Onslow, M., Packman, A., St Clare, T & Block, S. (2008).  An experimental clinical trial of a cognitive-behaviour therapy package for chronic stuttering. Journal of Speech, Language and Hearing Research, 51, 1451 -1464.
-Fry, J., Botterill, W., & Pring, T (2009).  The effect of an intensive group therapy programme for young adults who stutter: A single subject study. International Journal of Speech-Language Pathology, 11 (1): 12-19.)