24 Mayıs 2014 Cumartesi

KREATİN EKSİKLİĞİ SENDROMLARI AÇISINDAN

DİL VE KONUŞMA BOZUKLUĞU ÜZERİNE

ÖNEMLİ BİR NOT 



Son yıllarda gerçekleştirilen çok sayıda araştırmanın sonuçları, biyokimyasal inceleme sonuçlarının değerlendirilmesinde genellikle gözardı edilen "kreatin eksikliği"ne dikkat çekmektedir.

Serebral kreatin eksikliği sendromları, kreatin biosentezi eksikliği (L-arginin-glisin amidinotransferaz eksikliği -AGAT; MIM 602360- ve guanidinoasetat metiltransferazı eksikliği -GAMT; MIM 601240) ve kreatin taşıyıcı eksikliği (SLC6A8; MIM 300036) olarak ortaya çıkan (iki otozomal resessif) bir genetik sorunlar grubunu temsil etmektedir.
Kreatin eksikliği sendromları ise, dil ve konuşma bozukluklarını, epilepsiyi ve zeka geriliği sorunlarını işaret etmektedir. Ayrıca, guanidinoasetat metiltransferaz eksikliği veya kreatin taşıyıcı eksikliği olan hastalar, otistik spektrum davranışları göstermektedir.
Söz konusu hastalıkların ortak paydası,  in vivo proton manyetik rezonans spektroskopisi ile görüldüğü gibi, beynin kreatin havuzunun tükenmesidir. Tanılamalarda, guanidinoasetat, kreatin, plazma ve idrarda kreatinin analizi sonuçları değerlendirilir. Bu bulgulara dayandırılarak, enzim testleri ya da DNA mutasyon analizi gerçekleştirilebilir.
Kreatin eksikliği sendromları genellikle atlandığından, açıklanamayan zeka geriliği, nöbetler ve konuşma sorunlarında göz önünde bulundurulmalıdır.
Guanidinoasetat metiltransferaz eksikliği ve arginin-glisin amidinotransferaz eksikliği kreatin desteği ile tedavi edilebilmekte, ancak kreatin taşıyıcı eksikliği olan hastalarda bu tedaviye yanıt alınamamaktadır.



(Bu konuda bkz:

-Stocler S.(University of British Columbia, Division of Biochemical Diseases,Vancouver, Canada), Schutz PW, Salomons GS. "Cerebral Creatine Deficiency Syndromes : Clinical Aspects,Treatment and Pathophysiology", Subcell Biochem. 2007;46:149-66.
-Sykut-Cegielska J.(Division of Metabolic Diseases, Department of Pedatrics, Children's Memorial Health Institute, Warsaw, Poland), Gradowska W., Mercimek-Mahmutoğlu S., Stöckler-İpşiroğlu S. "Biochemical and Clinical Characteristics of Creatine Deficiency Syndromes", Acta Biochim Pol. 2004;51(4):875-82.
-Nasrallah F.(Department of Biochemistry, Rabta Hospital, Tunisia) Feki M, Kaabachi N. "Creatine and Creatine Deficiency Syndromes: Biochemical and Clinical Aspects", Pediatr Neurol. 2010 Mar;42(3):163-71. doi: 10.1016/j.pediatrneurol.2009.07.015.)

21 Mayıs 2014 Çarşamba

ÖZGÜN DİL BOZUKLUĞU (SLI)



Özgün dil bozukluğu, SLI (specific language impairment), kendine özgü bir dil, konuşma ve iletişim bozukluğu (SLCN) türüdür.

Özgün dil bozukluğu olanlar, genellikle her yönden sağlıklı oldukları halde, dili anlamada ve kullanmada güçlük çekerler. Ne söyleyecekleri konusunda fikirleri olsa bile söylemekte zorluk yaşarlar. Kurdukları cümleler anlaşılmazdır. Temiz ve net bir sesle konuşamadıkları için söylediklerini izlemek güçtür. Bazı sözcükleri ve uzun açıklamaları anlamakta zorlanırlar. Söylemek istedikleri sözcükleri anımsayamazlar. Çevrelerinde olup biteni izleyemez ve katılmakta güçlük çekerler. Hece ekleyerek sözcüğün anlamını değiştirememe (çiçek - çiçekli), çoğul takılarını kullanamama (arkadaş - arkadaşlar), zamanları kullanamama (geçmiş, gelecek, şimdiki zaman), bazı sesleri kullanamama (elma - ema) sık karşılaşılan belirtilerdir. Okuma yazma öğrenmede zorlanırlar.

Özgün dil bozukluğu geniş kapsamlıdır. Bazı vakalarda kısa süreli ve hafif derecede görülürken, bazı vakalarda uzun süreli, kalıcı, ciddi anlama ve konuşma sorunları olarak karşımıza çıkar. Bu sorunlar, otistik spektrum bozuklukları, işitme, beyin felci, zeka geriliği gibi diğer sorunlarla ilişkili değildir. Kişilerin yaşadıkları güçlükler, söz konusu açıklanamayan durum nedeniyle "özgün" adını almaktadır.
Sınıflarındaki arkadaşlarıyla aynı zeka düzeyine ve yeteneklere sahip çocuklar için bu durum ciddi kırılmalar yaratmakta, diğerlerini gözlemleyip davranış kopyalama çabası içine girerek güçlüklerden kurtulmayı denemekte, böylece giderek çeşitli davranış bozuklukları  geliştirebilmektedirler. 

Özgün dil bozukluğunun hiçbir belirgin nedeni saptanmamıştır. Tanı amaçlı herhangi bir tıbbi test de bulunmamaktadır. Değerlendirme ve ayırdedici tanıda yararlanılmak üzere geliştirilmiş bazı dil testleri vardır. Beyindeki dil ve konuşma ile ilgili bölümlerin gelişiminde birşeylerin yolunda gitmediğinin dışında, genlerin önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Erkeklerde kızlardan daha çok görüldüğünü, yaklaşık yüzde 7 gibi bir orana sahip olduğunu bilmekteyiz.

Özgün dil bozukluğu vakaları, standart eğitimden yeterince yararlanamazlar. Özel ve sürekli bir eğitim desteği olmadan da dili yeterince öğrenemezler. Yaşları ilerledikçe sorunları değişim gösterecek, örneğin başkalarının söylediklerini anlamada gelişirken, kendileri cümle kurmada zorluk çekebileceklerdir.

Dil ve konuşma bozuklukları genel başlığı altında yer alsa da, özgün dil bozukluğunun diğer bozukluklardan dikkatle ayırdedilmesi, yanlış tanılara (örneğin yaygın gelişimsel bozukluk, disleksi, otistik spektrum, vb.) yol açmamak açısından son derecede önemlidir.

16 Mayıs 2014 Cuma

KONUŞMA BOZUKLUKLARINDA

BİLİŞSEL TERAPİ




Bilişsel Terapi (Cognitive Therapy), öncelikle depresyonu çözümlemek ve tedavi etmek amacıyla Aaron Temkin Beck tarafından 1960'lı yıllarda geliştirilen bir psikoterapi yöntemidir. 

Beck, insanın, dünyayı ve deneyimlerini anlamak için bilgiyi “kendi süzgecinden geçirerek” yorumladığını, geleceği daha öngörülebilir hale getirerek yaşamını kolaylaştırmaya çalıştığını, ancak, hepimizin ara sıra da olsa hatalar yapabildiğini, önce anlamak yerine hemen  sonuçlara ulaşmaya eğilimli olduğumuzu ileri sürdü. Böylece, insan bilgiyi hatalı yorumlayarak, önyargılı kalıplarla dolu sistematik bir yararsız düşünme biçimi geliştirmekte, negatif düşüncelerin ürettiği duygusal sorunların içinde boğulmaktadır.

Bilişsel kuram, bireyin duygularında bilişsel olanın (düşünceler, varsayımlar, temel inançlar) rolünü vurgular. Kaygı düzeyi, bireyin gerçekleşmesini beklediği olumsuz durumun yaklaştığına inanmasıyla artarken, bireyin o durumla başa çıkabileceğine inanmasıyla azalır. Düşünceler, duygular, fizyolojik ve davranışsal tepkiler birbirleriyle bağlantılıdır. Ayrıca, zor durumlarda, birey yanlışlıkla sorunlarının alevlenmesine ya da güçlenmesine yol açan bir kısır döngüyü de  oluşturabilmektedir. 

Örneğin, kekemelik sorunu olanlar düzgün konuşabilme konusundaki endişelerinin,  durum hakkındaki olumsuz düşünce ve öngörüleriyle bağlantılı olduğunu fark etmektedir. Bu kekemelikleriyle ilgili olabileceği gibi ("Gene takılacağım"), diğer insanların göstereceği tepki ("Bana gülecekler") ya da değerlendirmeleriyle de ("Bu hiçbir işi beceremez") ilgili olabilir. Gelecek zamana yönelik -cekler -caklarla beslenen emosyonel ve fiziksel gerginlikten uzaklaşmanın yolunu öğrenmek yerine, konuşmamayı yeğlemek, söyleyecek daha basit sözcükler bulmaya çalışmak gibi kısa vadeli çözümlere yönelmek ise hastaların durumlarını uzun vadede daha da kötüleştirmekte ve pekiştirmektedir. Negatif kendi kendine telkinin dinamiği ve akıcı konuşma sorununa yarar sağlamayan "kurnazlık" stratejileri giderek bir davranış kalıbı oluşturup anksiyeteyi düşürmek yerine yükseltmektedir. Derinde ve daha karmaşık bir düzeyde, yerleşiklik kazanan bu negatif varsayımlar ve inançlar bireyin dünyaya bakışını da çarpıtabilmektedir.

Bilişsel terapi'nin ilk adımı, kişinin düşünceleri, duyguları, fizyolojik tepkileri ve davranışsal yanıtları arasındaki bağlantıları inceleyerek, sözünü ettiğimiz kısır döngünün çözümlenmesini sağlamak ve yararlı başa çıkma yollarını görmesine yardımcı olmaktır. İkinci adımı, öngörülerini sınamalarını ve hangi ölçüde gerçekçi olduklarını ya da olmadıklarını görmelerini sağlamak üzere bazı "deney"leri yaşamaya teşvik edilmeleridir. Örneğin,  grup terapisi sırasında hep birlikte kekeleme oyunu oynamak bu gözlem ve yeniden yorumlama fırsatını sağlayabilmektedir.

Bilişsel terapist, danışanıyla işbirliği içinde, tamamen kişinin kendine özgü yeni bakış açıları kazanmasını, yeni yorumlama ve sonuçlara ulaşmasını sağlayacak sorular üreterek, kesinlikle öğreten rolüne girmeden çalışır. Beni destekleyen kanıt var mı, başka bir doğru olabilir mi, başka görüş açılarından bakıldığında görünen nedir, aşağıda sıralanan bazı düşünce tuzaklarına düşmeden nasıl ilerlerim sorularını örnek gösterebiliriz :   

Ya hep ya hiç tuzağı: Mükemmellik kavramı görecelidir. Herşeye keskin bir siyah beyaz ayrımıyla bakmak, aradaki tüm gri tonlarını kısacası yaşamın tüm fırsatlarını kaçırmamıza yol açacağı gibi, bizi adeta kıpırdayamaz ve hiçbir şey yapamaz duruma getirebilir. 
Zihin okuma tuzağı: Karşımızdaki kişilerin ne düşüneceklerini tahmin etmeye çabalamakla boşuna zaman geçirmek, genellikle de kötümser varsayımlar türetmek yerine, olumlu düşünmeleri için nasıl davranmamız gerektiğine kafa yormak daha akıllıca olabilir.  
Genelleme tuzağı: Tek bir olaya dayanarak kapsamlı sonuçlara varmak, değişik zaman, yer ve koşullarda karşılaşılacak durumlarda yanlışa yönlendirebilir.
Süzgeç tuzağı: Ya da diğer adıyla "bardağın yarısı boş" tuzağı. Eksileri büyültüp artıları küçültmek başka hastalıklara da zemin hazırlayabilir.
Post mortem tuzağı: Doğru yaptıklarımızı görmezden gelip, sürekli yaptığımız yanlışları ve üzücü sonuçlarını düşünerek yaşamak, depresyon kapısının eşiği olabilir.

Bilişsel terapinin gücü, yaşamda doğal olarak olumsuz durumların da yer aldığını kabulde yatar. Konuşma sorunları yaşayanlar kimi zaman çok ağır bir sosyal stigma ile başetmek zorunda kalmakta ve korkuları haklı çıkmaktadır. Bilişsel terapi, işler kötüye gittiğinde kişinin duruma uyum gösterebilme ve çözüm üretme gücünü arttırarak daha esnek düşünebilmesini, kaygılarının aklının önüne geçmemesini sağlamaya odaklanmaktadır. 

Henüz az sayıda olmakla birlikte, sosyal anksiyete ve kekemelik arasındaki bağlantılar üzerine yapılan araştırmalar, konuşma bozukluklarında bilişsel terapinin yararları konusunda cesaretlendirici veriler sunmaktadır.
Altını çizmek gerekir ki, bilişsel terapi, olumlu düşünmeyi ya da rasyonel olmayı öğretme yöntemi değil, bir tedavi yöntemidir. Bireyin düşünme biçiminin yaşamını nasıl etkilediğini anlamasına ve kendine özgü yeni bir düşünme sistematiği oluşturmasına destek olmakla, daha yeterli bir sorun çözme yeteneği kazanmasıyla, kendi kendine telkin mekanizmasını yararlı sonuçlar elde edecek biçimde kullanmasını sağlamakla ilgilenmektedir. Psikoloji'nin iletişim becerileri, desensitizasyon, konuşmada akıcılık sorunları gibi alanlardaki çalışmalarında da önemli katkı sağlamaktadır.

(Konuyla ilgili iki önemli makale :
-Menzies, G., O'Brien, S., Onslow, M., Packman, A., St Clare, T & Block, S. (2008).  An experimental clinical trial of a cognitive-behaviour therapy package for chronic stuttering. Journal of Speech, Language and Hearing Research, 51, 1451 -1464.
-Fry, J., Botterill, W., & Pring, T (2009).  The effect of an intensive group therapy programme for young adults who stutter: A single subject study. International Journal of Speech-Language Pathology, 11 (1): 12-19.)

10 Mayıs 2014 Cumartesi

NÖROJENİK KEKEMELİK


Nörojenik kekemelik, konuşmada sık sık kesintiler, duraklamalarla kendini gösteren bir  akıcılık bozukluğudur. Beyin ve omurilikte, korteks, subkorteks, serebellar ve hatta sinir yolu bölgelerinde, bir yaralanma ya da hastalık nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
Örnek olarak trafik kazalarını, iş kazalarını, iskemik atakları, tümörleri, Parkinson ve MS gibi dejeneratif hastalıkları, kafa travmalarını, menenjiti, Guillain-Barre sendromunu, çeşitli kimyasalları ve bu arada bazı ilaçların yan etkilerini sayabiliriz.
Nörojenik kekemelik vakalarının diğer kekemelik türlerinden ayırt edilmesinde en önemli gösterge, daha önce normal bir konuşmaya sahip olmalarıdır. Ancak, çocukluk yıllarında gelişimsel kekemeliği olup tedavi görmüş kişilerde de yukarıda örneklerini verdiğimiz nedenlerle nörojenik kekemelik ortaya çıkabilir. Her yaşta karşılaşılan nörojenik kekemelik sayısı yaş ilerledikçe ve yaşlılıkta artmaktadır. Oysa gelişimsel kekemelik 2-5 yaşları arasında belirginleşmektedir. (Bu arada, açıkça görülen bir nörolojik belirti olmaksızın ortaya çıkan konuşma sorunlarının da, gizli kalmış bir nörolojik nedenin tanılanmasına yardımcı olduğunu da not edelim.)Nörojenik kekemeliğin bulguları arasında, ünlemler ve düzeltmelerle dolu aşırı kesintili bir konuşma, tümcelerin yinelenmesi, sözcüklerin, hecelerin, seslerin yinelenmesi veya uzatılması, duraklamalar, birtakım garip seslerin eklenmesi, anlaşılamayacak derecede hızlı konuşma patlamaları, tüm bunlara eşlik eden baş, el, bacak hareketleri, göz temasından kaçınma, anksiyete ve depresyondan söz edebiliriz. 
Nörojenik kekemelik belirtileri diğer akıcı konuşma bozukluklarıyla benzerlik göstermektedir. Dizartri, palilali, apraksi, afazi gibi konuşma bozuklukları da nörojenik kekeleme gibi nörolojik hasarların veya hastalıkların sonucunda ortaya çıkmaktadır. Gene, stres ve travma sonucu oluşan psikojenik akıcılık bozukluğunun ayırt edilmesi de, özel bir dikkat gerektirmektedir. Gelişimsel kekemelik ise en büyük benzerliği gösterdiğinden doğru tanı konulmasını güçleştirmektedir.
Nörojenik kekemelik ile gelişimsel kekemeliği ayırabilmek için elimizdeki bazı ipuçları özenle değerlendirilmelidir. Nörojenik kekemelik daha çok sözcüklerin herhangi bir yerinde görülebilirken, gelişimsel kekemelik daha çok sözcüklerin başında görülmektedir. Nörojenik kekemelik sözcüğün türüyle (isim, fiil, sıfat, vb.) ilintili değildir, her türlü sözcükte ya da tümcenin herhangi bir bölümünde yer alabilir. Şarkı söyleme ya da ezberlenmiş bir şiirin okunması sırasında düzelir gibi bir izlenim vermez. Birlikte okuma, aynı metnin yinelenmesi, işitsel maskeleme veya gecikmeli işitsel geribildirim altında iken de düzelme göstermez. Tanı güçlüğünün aşılmasında kekemelik alanında uzmanlaşmış bir patoloğun görüşü doğru tedavi uygulamaları için önemlidir.

2 Mayıs 2014 Cuma

KONUŞMA BOZUKLUKLARI

Motor, kognitif ve lengüistik özellikleriyle konuşma karmaşık bir yapılanmaya sahiptir. Bu özelliklerden yalnızca birindeki sorun konuşma bozukluğunun oluşması için yeterlidir.

MOTOR KONUŞMA BOZUKLUKLARI
Konuşmada görev yapan yüz, solunum ve sesle ilgili sinir ve kasların dengeli ve birlikte çalışmalarındaki herhangi bir sorun motor konuşma bozukluklarına neden olmaktadır.

Dizartriler
Sinir ve kasların güç, hız ve koordinasyon sorunları nedeniyle ortaya çıkan motor konuşma bozuklukları dizartriler başlığı altında toplanmaktadır.
Dizartriler,bozukluğun nedenini tanımlar biçimde adlandırılmaktadır. Dizartriye neden olan sorun motor nöronlardaysa birinci motor nöron dizartrisi ya da ikinci motor nöron dizartrisi, serebellar sistemdeyse serebellar dizartri, ekstrapiramidal sistemdeyse ekstrapiramidal dizartriler (hipokinetik ve hiperkinetik dizartriler) adını almaktadır.
Bozuklukların özellikleri de bulguların özelliklerine işaret etmektedir. Serebellar dizartride konuşma kaslarının tonusundaki ve koordinasyonundaki sorunlar nedeniyle ataksik dizartri, hipokinetik ekstrapiramidal hastalıklarda (örneğin Parkinson) hastalığın donma-yavaşlama özelliklerine uyan hipokinetik dizartri, hiperkinetik hastalıklarda istemsiz hareketlere bakarak hiperkinetik dizartriden söz etmekteyiz.
Dizartriler adeta nörolojinin el kitabı gibidir. Dizartrilere bakarak tanılanacak hastalıkları örneklersek : Spastik dizartriye bakarak psödobülber paraliziye, mikst flask-spastik dizartri ALS'ye, ataksik dizartri serebellar rahatsızlıklara, hipokinetik dizartri Parkinson'a, yavaş hiperkinetik dizartri distoniye, hızlı hiperkinetik dizartri Kore'ye işaret etmektedir.
Dizartrilerin aralarındaki ayırıcı tanı dışında, öteki konuşma bozukluklarından da dikkatle ayrılmaları önemlidir. Söz konusu ayırdetme, dil bozukluğu ayırıcı tanısı, konuşma apraksisi ayırıcı tanısı olarak iki alanda ele alınabilir.
Dizartrileri dil bozukluklarından ayırmada dikkat edilmesi gereken, dizartrilerin yalnızca motor bozukluklar olmaları, buna karşılık dil bozukluklarında lenguistik yanlışların, ayrıca yazmada, okumada bozuklukların bulunmasıdır.
Dizartrileri konuşma apraksisinden ayırmada ise, dizartride konuşma etkilendiği biçimde sürdürülürken, konuşma apraksisinde başlangıçtaki bir hecelemenin bozularak yanlış söylenmeye başlaması önem kazanır. Örneğin “okul” sözcüğü tekrarlandıkça “okul”, “okul”, “oluk”, biçiminde bozularak değişir.

Kekemelik
Kekemelik de, bir motor konuşma bozukluğudur. Harflerin, hecelerin ya da sözcüklerin söylenmesindeki takılmalarla kendini gösterir.
Bazı kekemelik vakalarında şarkı söyleme ya da şiir okuma sırasında bu bozukluğun ortadan kalkar görünmesi, yani sağ hemisferin prozodi ve emosyon katkısıyla kekemeliğin çözülmesi, kekemeliğin ağırlıklı olarak beynin sol hemisferiyle bağlantılı olduğunu düşündürürken, kekemelerin zorlandıklarında baş ve gövde hareketleriyle tutukluğu çözmeleri ekstrapiramidal yapının rolü olduğunu düşündürmektedir. İstemsiz yüz ve çene hareketlerinin kekemeliğe eşlik etmesi de ekstrapiramidal kaynakllı distoniye dikkat çekmektedir.

Apraksi
Konuşma apraksisini, kaslarda çalışma bozukluğu olmadan artikülasyonda bozukluk olarak tanımlanabilir. Serebral nedenlerle heceleme sorunları yaşayan olgularda akla gelmektedir. Kekemelik dışındaki herhangi bir motor konuşma bozukluğunun dizartri mi yoksa konuşma apraksisi mi olduğu kolayca anlaşılabilir. Hastadan bir sözcüğü sürekli tekrarlaması istendiğinde, sözcüğün ses ve hece yapısında kayma ve yanlışlar oluşuyorsa büyük bir olasılıkla konuşma apraksisidir. İlk söylediği biçimiyle tekrar edebiliyor, aynı ses ve hece düzeni korunuyorsa dizartridir. Bu değerlendirmede sinir sistemindeki etkilenmenin bölgesi de önemlidir. Dizartriler santral ve periferik sinir sisteminin çeşitli yapılarının etkilenmesi sonucunda ortaya çıkarken, konuşma apraksisi kesinlikle santral kaynaklı ve premotor korteks bölgesindeki lezyonlar sonucu ortaya çıkmaktadır. (Bu arada, lezyonun yeri bakımından büyük benzerlik taşısa da, Broca afazisinde konuşma apraksisinde olmayan hafif anlama bozukluğu, yazma ve okuma bozuklukları gibi ek özellikler vardır.)


KOGNİTİF KONUŞMA BOZUKLUKLARI
Sinir ve kasların sağlıklı çalışması normal konuşmayı olanaklı kılmaya yetmez. Seslerin, sözcüklerin düzgün dizilmesinin ve lengüistik temelli olmasının dışında, anlamlı mesajlar aktarması gereken bir sosyal iletişim aracıdır. Konuşmanın kognitif açıdan sağlığı, beyin mekanizmalarının gelişme aşamalarının sağlıklı olmasına (zeka düzeyi) ve beyindeki şebekelerin aralarındaki kusursuz çalışmaya bağlıdır. Sonuçta, konuşma, çoğu bilgisayarı geride bırakan bir hızla çalışan beynin ürünlerinden biridir. Konuşma sırasında iletileri ve istekleri anında anlamlı yanıtlayabilmemiz beynimizin kusursuz bir bütüncüllük ve hızla çalışmasıyla olanaklıdır. Tepki zamanı, problem çözme, dikkat ve odaklanma, yürütücü işlevler, konuşma için gerekli kognitif yapı taşlarıdır. Dolayısıyla, örneğin zeka düzeyinin belirgin düşüklüğünde, konuşma mekanizmalarında bir sorun olmasa da normal konuşmanın sağlanamadığı unutulmamalıdır.


LENGÜİSTİK KONUŞMA BOZUKLUKLARI
Sesler (fonemler) ve sözcükler (morfemler) belirli bir dilbilgisi yapısıyla, belirli bir anlamlılıkla bütünleşmemişse normal konuşma olanaksızdır. Lengüistik yapının dört öğesi fonetik, fonoloji, dilbilgisi ve semantik (anlam bilgisi)'dir.
Konuşmada hecelerin artiküle edilebilmesi fonetiğin, sözcüklerin farklı anlamlar taşıma doğrultusunda yapılanması fonolojinin, sözcüklerin farklı sıralamalarla kullanılabilmesi dilbilgisinin, anlam kalıpları semantiğin alanını oluşturmaktadır. “ İyi günler” dediğimizde sözcüklerin doğru artiküle edilmesi fonetik sorun olmadığını gösterir. Bu iki sözcüğün birleştirilip bir anlamlılık içinde kullanılması fonolojik sorun olmadığını, zaman dilimiyle uyumlu olması dilbilgisiyle, karşı taraf için anlamlı bir ileti olması semantikle ilişkilidir.
Lengüistik yapının beynin hangi bölümlerince nasıl üretildiği nörolengüistiğin alanına girmektedir. Fonetik, santral ve periferik sinir sistemince, fonoloji ağırlıklı olarak Broca alanı ve çevresince, dilbilgisi ağırlıklı olarak dominant hemisferin perisilviyan alanlarınca, semantik ise her iki hemisferin (dominant temporal öncelikli) çalışmasıyla oluşturulmaktadır. Lengüistik konuşma bozuklukları afazilerde ortaya çıktığından, ayrıntılı olarak dil bozuklukları bölümünde ele alınmıştır.