Dil ve Konuşma Bozuklukları:
ERKEN
GELİŞİMSEL TANININ ÖNEMİ
Dil ve konuşma
bozuklukları, insanın psikolojik, sensorimotor, metabolik,
bilişsel, duygusal, kalıtsal, biyokimyasal, çevresel, tüm yapı
ve sistemlerinin herhangi birindeki veya birkaçındaki temel
sorunlar nedeniyle oluştuğundan, ciddiye alınması gereken
göstergelerdir.
Her soruna, bir belirti
gözüyle bakılmalıdır. Altta yatan asıl sorunların tedavisinde
ve sonraki aşamada da dil ve konuşma bozukluklarının
düzeltilebilmesinde iyi sonuç alınması erken tanı ve tedaviye
bağlıdır.
Dil ve konuşmanın
birbirlerini sırayla izleyen gelişimsel aşamalarının anlamlı
bir iletişim sonucuna ulaşabilmesi, sesin algılanmasını,
anlamların birleştirilmesini, düşüncenin doğru ve etkili
biçimde ortaya konulabilmesini gerekli kılar. Kişinin tüm
yaşamını kuşatan dil ve konuşma bozukluklarının nedenlerini
genel hatlarıyla kısaca özetleyerek erken gelişimsel tanının
önemini daha iyi görebiliriz :
Kişinin doğduğu ve
içinde yaşadığı ortamın sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi
öncelikli bir role sahiptir. Yoksunluk (deprivasyon), aile baskısı,
aile içinde şiddet, iki farklı dilin konuşulması, sağlık
sorunları olan anne-baba, depressif anne, konuşmayan ilgisiz çevre
ve sayılamayacak çok sayıdaki etmeni içerir.
İşitmedeki, doğumsal
veya sonradan oluşmuş işitme kayıpları dil ve konuşmada gelişme
geriliğine ya da kalıcı bozulmalara neden olabilmektedir.
Örneğin, çoğunlukla
erkekleri etkileyen ciddi bir kalıtımsal bozukluk olan Hunter
Sendromu diğer adıyla mukopolisakkaridoz II (MPS II) hastalığında,
belirli hücrelerin ve organların vücuttaki işlevleri
engellenmekte, aralarında işitme kaybı ve dil ve konuşma
bozukluklarının da bulunduğu çok sayıda bulgu ortaya
çıkmaktadır. Gene, Kronik Otitis Media (Kronik Ortakulak İltihabı)
tedavisinde gecikme nedeniyle oluşabilen işitme kayıpları
sonucunda dil ve konuşmanın etkilenmesini bir başka örnek olarak
gösterebiliriz.
Yaygın
gelişimsel bozukluklar grubunun (Otizm, Asperger, Rett Sendromu,
Dezintegratif Bozukluk, vb.) ve zeka geriliğinin (özellikle ilkokul
yıllarının sonuna kadar çok belirgin olmayan düzeydeki zeka
geriliğinin) neden olduğu dil ve konuşma sorunları ise çok
kapsamlı bir bölüm oluşturmaktadır.
Doğumsal
kusurlar grubunda,
fetal
hayatın erken evrelerinde, 4.-12. hafta aralığında, metabolik
yolaktaki moleküllerden birinin eksikliğinin veya aktivite
sorununun oluşmakta olan oral dokularda kusurlara neden olmasıyla
ortaya çıkan Dudak-Damak Yarığı hastalığını, erken başlanan
yoğun dil terapisi gerektiren Trizomi 21 ya da daha bilinen adıyla
Down Sendromu'nu sayabiliriz.
Doğum
öncesinde, doğum sırasında ya da doğumdan sonra çeşitli
kimyasal etkilenmeler, kaza vb. travmalar veya hastalık nedenleriyle
oluşan beyin zedelenmelerinden kaynaklanan dil ve konuşma
bozukluklarında ise, emme, yutma, çiğneme yanıtlarını
engelleyen, sensorimotor ya da nöromotor zedelenmeler öne
çıkmaktadır. Sonuç, konuşmanın
solunum, sesleme, rezonans, sesletim ve prozodik özelliklerinin
etkilendiği
Dizartri ve sesletim
problemleri, fonasyon koordinasyonu yokluğu, tekrarlar, uzatmalar,
sözcük değişimlerinde varyasyonlar, sözcüklerdeki ünsüzlerin
sesletiminin ünlülerden daha zor, başlangıç ünsüzlerinin ise
sondaki ünsüzlerden daha zor gerçekleşmesiyle belirginleşen
Apraksi'dir.
Erken müdahalelerle tedavisinde anlamlı gelişmeler sağlanabilen
Serebral Palsi'nin yarattığı dil ve konuşma sorunlarını da bu
grupta sayabiliriz.
Az
sayıda örnekle kısaca değinmeye çalıştığımız dil ve
konuşma bozukluklarının altında yatan bu nedenlerin erken
gelişimsel tanı ve tedavisi çok önemlidir. Öncelikle söz konusu
nedenlerin saptanarak elden geldiğince ortadan kaldırılması
kuşkusuz dil ve konuşma sorunlarının giderilmesi çalışmalarının
başarısına da yansıyacaktır. “Nasılsa yürür, nasılsa
konuşur” yaklaşımıyla gecikmiş müdahaleler ya da yalnızca
sonuçlara yönelik kısmi bazı uygulamalar tedavinin başarısını
ve vakaların yaşam kalitesini ciddi ölçüde etkilemektedir.